TOLSTOY’UN TARİH DERSİ
“Ayağımızın alıştığı yoldan bizi birileri çekip çıkarmadı mı, hemencecik her şeyin mahvolduğu sanısına kapılırız bizler; oysa tüm yenilikler, tüm iyilikler alışkanlıklarımızın cenderesinden kurtulduğumuz zaman başlar.”
Napolyon Moskova’yı işgal edip sonra Fedmareşal Kutuzov’un keskin öngörüsü ve çekememezliklerinden ötürü çağdaşlarının küçümsediği askeri dehası sayesinde geri çekilirken işgal esnasında Fransızlar’ın esiri olan Piyer esaretten kurtulup yanıp kül olmuş Moskova’ya dönünce bir akşam yemeğinde Rostov ailesinin kafası karışık genç üyesi Nataşa ve Bolkonskiler’in hüznü kendine fıtrat edinmiş vârisi Prenses Mariya’ya yaşadığı dönüşümü gecenin sonunda bu cümle ile özetler.
Dönemin neredeyse bütün fikirleri arasında bir arayışta olan, İsviçre'de Avrupaî eğitim görmüş, çok zengin ve bir o kadar da kafası karışık olan Bezuhovlar'ın bu ferdi, aradığı cevabı esirken tanıştığı bir Rus köylüsünde bulacaktır; onun Tanrı ile olan karşılıksız ilişkisinde ve safça yaşama dürtüsündedir Piyer'in aradığı cevap.
Tolstoy ile ilgili söylenebilecek bütün iyi şeyleri söylenmiş kabul edersek, geriye okuruna uçsuz bucaksız Rus İmparatorluğu içinde yaşattığı deneyim kalıyor.
Rus asilzadelerinin yaşadığı sefih ve tutarsızlıklarla dolu hayatlar, yüksek bürokrasinin iki yüzlülüğü, sıradan halk tabakasının normalde yaşadığı acıların işgalle katmerlenmiş olması, bireyin ve toplumun çıkmazları, hakikatin ve tarihin nasıl anlaşılabileceği gibi konular dönemin ruhu ile beraber gelecek çağlara hiç eskimeyecek şekilde aktarılır.
Tolstoy tarihi yazan muktedirlere inat, tarihin yaşayanlar ve 'sıradan' insanlar tarafından yazıldığını öyle bir vurgular ki artık aklı başında hiç kimse tarihi kullanarak gerçeği eğip bükmeye cesaret edemeyebilir. İşte bu yüzden onu Ruslar'ın Homeros'u diye adlandırmaları hiç de mesnedsiz değildir.
Dünyadaki zaman dilimi Savaş ve Barış'tan önce ve sonra diye ayrılsa herhalde kimsenin itirazı olmayacaktır.