METROBÜSTE BİR GİRİŞİME KATILDIM!
Gündelik hayatta hepimiz en nihayetinde önümüzdeki verili seçeneklerle kararlar veririz. Bu seçenekler hayatımızın şekillenmesinde bir şekilde belirleyici olurlar. Bu seçeneklere, “Evet!” ya da “Hayır!” diyerek taşların dizilmesini sağlamış oluruz böylece.
Peki bize sunulanların dışında başka bir seçenek olamaz mı? Keskin çizgilerle birbirinden ayrılmış seçimlerle şekillenmiş bir hayatın aksine gerçek hayat daha karmaşık bağlarla bağlanmamış mıdır?
Her ne kadar birçok insan keskin çizgilerin arasında seçimlerde bulunarak hayatına yön verse de, bazı insanlar hayata tamamıyla farklı bakabilme yetisi kazanmış ya da bu onlara bahşedilmiştir. Bu yeti devrimsel bir vizyonun ta kendisidir. Tarihteki tüm yaratıcı fikirlere sahip olan kadınlar ve erkekler gündelik hayatın kısır döngüsünü kırabilmiş ve insanlara “Başka bir seçenek mümkün!” dedirtebilmiş kişilerdir.
İşte böylesine düşüncelerle aklım bir karmaşanın içine sürüklenirken ve bir de tüm bunlar hem ülkedeki hem dünyadaki problemlerle birleşince kendimi bir karadeliğin karşısındaymış gibi hissedebiliyordum.
Gündelik hayatın tüm bu kötümser sinyallerine rağmen hayatın özünde bir aydınlanma potansiyeli taşıdığını ve bunu açığa çıkarabilmek için bir şeyler yapmak gerektiğini de biliyorum. Ama ne yapmalıydı bunun için?
Nihayetinde tüm bu problemlerin en çok da maddi olarak dezavantajlı öğrencileri etkilediğini göz önüne alırsak, tüm entelektüel kapasitelerine rağmen özellikle ekonomik sebeplerle bir çoğu eğitim hayatını devam ettiremiyor ve eğitim hayatını terk ediyorlar.
Farklı seçenekler arayıp bunları değerlendirdikten sonra bazı girişimlerde bulundum. Bunlardan biri üniversiteye yüksek lisans öğrencisi olarak girmekti; bu yolla belki bir şeyler yapılabilirdi.
Bu süreç başlarda her ne kadar benim için zevkli başlamış olsa da aynı şeyi bulunduğum ortamdaki kişilerde göremiyordum. Üniversitede araştırma bir aydınlanmadan ziyade pragmatik sonuçlar elde edilebilecek bir kavram olarak görülüyordu.
Zaman geçtikçe anladım ki geleneksel üniversiteler benim amacıma hizmet etmiyor; hatta karşısında duruyor. Eğitim süreci bitince üniversiteyle olan ilişkimi rafa kaldırdım. Yine de içimdeki bir şeyler yapma dürtüsünü bir türlü önleyemiyor, hevesime engel olamıyordum. Sonra düşündüm ki, benle aynı duyguları paylaşan kişilerle bir araya gelmek iyi bir fikir olabilirdi. İnternetin bu konuda bir potansiyelinin olduğunun da farkındaydım o sıralarda.
İyi bir iletişim için taraflar arasında bir birikim gerektiğine inandığım için zamanımın çoğunu temel metinlerle harcayarak bu taraflardan biri olmaya çalıştım. Teknolojik gelişmelerle olan münasebetimi her zaman ilerletmeye çalıştım. İnternetin yine bu konuda sağladığı imkanları tarif bile edemem.
Böyle bir yolculuğa çıktığınızda geçmiş ve bugün arasında da bir bağ kurmak gerektiğini de anlıyorsunuz; hele bir de üç imparatorluk, iki kıta barındıran bir şehirde iseniz bunun farkına varmamanız imkansız bir şey. İstanbul coğrafyasıyla, tarihiyle ve barındırdığı diğer imkanlarla psikolojik olarak sizi buna zorlayan bir şehir.
Bugünü daha iyi kavrayabilme adına zamanımın bir kısmında çoğunlukla İngilizceden Türkçeye bazı makaleler, köşe yazıları ve videolar çevirerek insanlığın ortak ekonomik ve sosyal problemleri olduğunu göstermeye çalıştım. Tüm bunları bazen İslam felsefesi ve Batı felsefesi arasındaki ilişkileri, Osmanlı-Türkiye ekonomileri ve Batı ekonomileri arasındaki ilişkileri çalışarak bazen de (edebiyata olan düşkünlüğüm yüzünden) temel metinlerle desteklemeye çalıştım.
Böylesine bir süreçten sonra hayat şartları ve etrafımdaki insanların baskıları yüzünden neredeyse tüm bunlara sırtımı dönmeye başlamıştım ki hiç olmayacak bir şey oldu.
Tam da her şeyi bırakıp gündelik hayatın keskin çizgileriyle belirlenmiş sınırlarından içeriye adım atacakken, bu sınırlardan içeri biz insanları taşıyan araçlardan birinde, metrobüste Profesör Creston Davis’le tanıştım.
Taksime nasıl gidebileceğini sorduktan sonra, bende biraz yabancı dil pratiği yapma hevesinin verdiği atılganlıkla birlikte, oldum olası sahip olduğum utangaçlık duygusu hakimdi. Kendisi bana sorular sormaya başlayınca hem bu duygular uçup gitmiş hem de ortak bazı sorunlarımız olduğunu fark etmiştik. Metrobüs hattının uzunluğu belki de ilk defa işime yaramış, birçok mesele hakkında detaylıca konuşmuştuk. Sonrasında Profesör Davis bana Global Center for Advanced Studies(GCAS) hakkında bilgi vermeye çalıştı.
Belki inanması zor ama uzun zamandır aradığım şey tam da buydu. Kendisinin inmesi gereken durağa geldiğimizde (İstanbul’da yaşayan birçok kişi iyi bilecektir) Trump Towers’ın gölgesi altında yüzlerce insan bir o yana bir bu yana koştururken, bizim de bu eşitsizlik içinde yaşamanın normalleşmesine katkıda bulunan düşünürler hakkındaki konuşmamızı sonlandırmamız gerekmişti. Tabii kendisiyle görüşmek için iki gün sonrasına randevu talep etmiştim.
İki gün sonraki buluşmamızda birkaç güzel yemeğin de katkısıyla oldukça lezzetli bir sohbetten sonra kendisi beni GCAS’e kabul etmişti. Altı aylık bir deneme ve birbirimizi daha iyi tanıma sürecinden sonra bugün kaldığım yerden devam ediyorum.
Gerçek hayatın karmaşık bağlarını anlayabilme çabasında GCAS araştırmacıları ile birlikte olduğum için hepsine minnettarım.