AVRUPA AYDINLANMASI

Ömer Faruk Yıldız
5 min readApr 7, 2019

--

(Çeviri Notu: Bu yazıyı çevirmek istememin sebebi, yıllar önce Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okurken ana karakter Raskolnikov’un buhranlar içinde kendini Napolyon ve Hz. Muhammed’in yerine koyarak birtakım düşünceler belirtmesinin bende uyandırdığı sorulara biraz da olsa cevap vermesidir. Bu konulara kafa yoran birilerine de belki ışık tutar diye tercüme etmeye çalıştım.)

16. Yüzyıl Avrupası’nda Kuran’ı yayınlamak ve tercüme yoluyla daha ulaşılabilir kılmak için yapılacak bir girişim oldukça tehlikeliydi, çünkü bunun Hristiyan inancına sahip olanlarda kafa karışıklığına ya da yoldan sapmalara neden olacağı düşünülüyordu. Bu düşünceye sahip Basel’deki Protestan şehir konseyi 1542 yılında yerel bir matbaacıyı Müslümanların kutsal kitabının Latince baskısını yapmayı planladığı için kendisine bir süreliğine hapis cezası verdi. Protestan reformcu Martin Luther bu girişimi kurtarabilmek için hemen bir fikir buldu. Luther Kuran’ın tercüme edilmesinin “Muhammed’in yalanlarını” ortaya çıkarıp Türklerle çarpışmak için iyi bir yol olacağını söyledi.

Foto: Aeon

1543’te tercüme edilmiş baskısının yapılması Kuran’ı, çoğunluğu İslam’ı anlamak veya onunla mücadele etmek için çalışmalar yürüten Avrupalı entelektüeller için ulaşılabilir kıldı. Tabii bir de bu sayede yaptıkları Kuran okumalarıyla Hristiyan teolojisini sorgulayanlar vardı. Bunlardan biri olan Katalon hezarfen ve teolog Michael Servetus teslis(üçleme) karşıtı bir yol izlediği Christianismi Restitutio(Hristiyanlığın Özüne Dönüş) adlı eserinde kullanmak üzere Kuranî argümanlar elde etti. Servetus’a göre Muhammed Hristiyan teologların sapkın ve irrasyonel teslis inancı ile bozduğu monoteist(tek tanrılı) inanca dönüş sağlayan gerçek bir reformcuydu. Servetus bu heretik düşüncelerini yayınladıktan sonra Viyana’daki Katolik Engizisyon tarafından mahkûm edildi ve nihayetinde kitaplarıyla beraber Cenova’da yakıldı.

Aydınlanma süresince aynı şekilde Muhammed’i ruhban karşıtı olarak referans alıp İslam’ı pür tek-tanrıcılık şeklinde algılayan, Kuran’ı Tanrı’ya yakın rasyonel bir söylem olarak gören birçok yazar oldu. George Sale 1734’te Kuran’ın İngilizce bir çevirisini yayınladı. Bu çevirinin önsözünde Sale, erken dönem İslamiyet’in izlerini sürdü. Buna göre gelenekleri yıkan ve ruhban karşıtı bir reformcu olan peygamber, batıl inançları ve Hristiyanlık pratikleri olan azizlerin yüceliği fikrini, kutsal simgeleri yasaklamış; ayrıca yozlaşmış paragöz ruhbanların gücünü kırmıştı.

Sale’nin çevirisi İngiltere’de oldukça yankı buldu ve okundu. Birçok okur için Muhammed ruhban karşıtı cumhuriyetçilerin sembolü haline geldi. İngiltere dışında da aynı etkiyi yarattı denebilir. ABD’nin kurucu babası Thomas Jefferson 1765’te Virjinya-Williamsburg’da bir kitapçıda bu çeviriden bir tane satın aldı. Kitap Jefferson’da kabul sınırlarını aşan bir düşünsel deizmin ortaya çıkmasına yardım etti. (Jefferson’un aldığı baskı bugün Amerikan Kongresi Kütüphanesinde bulunuyor. Kongredeki Müslüman seçilmişler yemin edeceği zaman halen kullanılırken, ilk defa 2007’de Keith Ellison’la başlamıştı bu uygulama.) Almanya’da ise romantik Goethe yine Sale’nin çevirisini okudu ki, bu, Goethe’de evrilmeye başlayan ilham veren şair ve arketip peygamber Muhammed fikrini daha da renklendirdi.

Fransa’da Voltaire de Sale’nin çevirisinden hayranlıkla alıntı yaptı: Essai sur les mœurs et l’esprit des nations (Ulusların gelenekleri ve ruhu hakkında makaleler) [1756] adlı çalışmasında Muhammed’i batıl inançları yıkan ve yozlaşmış ruhbanların gücünü kıran bir reformcu olarak tasvir etti. Yüzyıl bitmeden önce, (tutkulu bir Sale ve Voltaire okuyucusu olan) İngiliz Whig Edward Gibbon, peygamberi The History of the Decline and Fall of the Roman Empire(Roma İmparatorluğu’nun Duraklaması ve Çöküşünün Tarihi) adlı eserinde ışıltılı kavramlarla sundu:

Muhammed’in inancı şüpheli ve müphem olmaktan uzak, ve Kuran, Tanrı’nın birliğinin parlak bir şahidi. Mekke’nin peygamberi, yükseldiği gibi batacak, doğduğu gibi ölecek, bozulabildiği için çürüyecek putlara ve insanlara, yıldızlara ve gezegenlere tapmayı reddetti. Kainat yazıtında, onun akılcı coşkusu uçsuz ve bucaksız, her türlü şekilden ve mekandan ayrı olan, eşi ve benzeri bulunmayan, her türlü manevi ve fikirsel kusurdan münezzeh bir sonsuz ruhani varlığa inanıyor ve ona iman ediyordu. Bir deist şu sıralar popülerleşen Muhammedî inancın takipçisi olabilmeli. Öyle bir inanç ki, belki, fakültelerimiz için bile çok üstün olabilecek bir inanç.

Fakat İslam peygamberine hevesle gönül veren öyle biri vardı ki, Claude-Étienne Savary’nin 1783’te Fransızcaya tercüme ettiği Kuran’ı okuduktan sonra kendisini ‘yeni Muhammed’ olarak görüyordu. O kişi, Napolyon Bonapart’ın ta kendisiydi. Savary, tercümesini, Mısır’da Arapça müziklerle çepeçevre sarılmış, metinlerin özgünlüğünü hissedecek şekilde Fransızcaya aktararak ortaya çıkarmıştı. Tıpkı Sale gibi Savary de uzunca bir önsöz yazmıştı. Bu önsözde Muhammed ‘büyük’ ve ‘sıradışı’, savaş meydanında ‘dahi’, takipçileri arasında sadakati nasıl sağlayacağını bilen biri olarak sunulmuştu. Napolyon bu çeviriyi, 1798 yılında, onu Mısır’a götüren bir gemideyken okudu. Savary’nin büyük bir kumandan ve kanun koyucu olarak tasvir ettiği peygamber portresinden etkilenen Napolyon kendini ‘yeni bir Muhammed’ olma hayali görmeye meyletmişti. Böylece Kahire ulemasının kendisi ile askerlerini İslam’ın dostları olarak göreceğini umuyor; Mısırlıları Osmanlı tiranlığından kurtarmaya geldiklerini sanacaklarını bekliyordu. Hatta Mısır’a gelişinin Kuran’da dile getirildiğini bile iddia etmişti.

Napolyon idealist ve kitabî pür tek-tanrılı İslam’ın Aydınlanma vizyonuna sahipti. Zaten Mısır işgalini nihayete erdirememesi kısmen bu inancının Kahire ulemasının dininden farklı olmasından da kaynaklandı. Yine de Napolyon’u ‘yeni Muhammed’ olarak gören tek kişi kendisi değildi. Goethe de bu tutkulu imparatoru şevkli bir şekilde ‘Mahomet der Welt’ (Dünyanın Muhammed’i) diye tanıtmıştı. Fransız yazar Victor Hugo ise onu ‘Mahomet d’occident’ (Batının Muhammed’i) diyerek tanımlamıştı. Napolyon hayatının sonuna doğru sürgün olduğu Saint Helena’da yenilgisi üstüne kafa yorarken Muhammed hakkında yazdı ve onun varlığını tarihin akışını değiştiren büyük bir insan olarak savundu. Napolyon’un fatih ve kanun koyucu, karizmatik ve etkileyici Muhammed tasviri, nedense, Napolyon’un kendisini hatırlatıyordu — öyle bir Napolyon ki çok başarılı olmuş ve sanki hiç de Kuzey Atlantik’te soğuk rüzgarların dövdüğü bir adaya sürgün edilmemiş gibi.

Muhammed’in dünyanın en büyük kanun koyucularından biri olduğu fikri 20. Yüzyılda da devam etti. Alman doğumlu bir Amerikan heykeltıraş olan Adolph A. Weinman, ABD Yüksek Mahkemesi’nin ana salonunda 1935’te yaptığı duvar motifi çalışmasında Muhammed’i 18 kanun koyucu arasında tasvir etti. Çeşitli Avrupa Hristiyanları, kiliseleri, onu Müslümanların peygamberi olarak özel rolünü kabul etmeye davet etti. Katolik alimler Louis Massignon ve Hans Küng ya da İskoç Protestan alim William Montgomery Watt gibi isimler için böylesi bir kabul veya tanıma Hristiyanlarla Müslümanlar arasında barışçıl ve yapıcı bir diyalog kurmanın en iyi yoluydu.

Bu tür diyaloglar bugün de devam ediyor ama büyük ölçüde çatışma gürültüleri arasında kayboluyor. Avrupa’daki ve diğer yerlerdeki aşırı sağcı politikacılar Müslüman karşıtı politikaları için Muhammed’i kendi amaçları uğrunda araçsallaştırma yoluna gidiyor. Hollandalı politikacı Geert Wilders onu terörist, kişilik bozukluklarına sahip olarak deklare ediyor. Peygamber için çizilen bu olumsuz imaj kendisini sözde seven, hayatının ve öğretilerinin tüm tarihsel bağlamsallaştırmasını reddeden radikal Müslümanlar tarafından paradoksal bir şekilde destekleniyor. Böylece şiddet ve aşırılık yanlıları, İslam’ı ve peygamberini cinayetlerle ve terörle bu “hakaret” ten koruduklarını iddia ediyorlar. En nihayetinde tüm bunlar gösteriyor ki, geri adım atıp Muhammed’in çok çeşitli ve sıklıkla şaşırtıcı Batılı portrelerini incelemek için oldukça fazla neden var.

Çeviri Notu: Bu yazıyı çevirmek istememin sebebi, yıllar önce Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okurken ana karakter Raskolnikov’un buhranlar içinde kendini Napolyon ve Hz. Muhammed’in yerine koyarak birtakım düşünceler belirtmesinin bende uyandırdığı sorulara biraz da olsa cevap vermesidir. Bu konulara kafa yoran birilerine de belki ışık tutar diye tercüme etmeye çalıştım.

Bu çevirinin mükemmel bir çeviri olmadığını, özünün yazara ait olduğunun bilinmesini isterim. Fakat çeviriden kaynaklanabilecek hatalar tamamen bana aittir. Yazının orijinali için: https://aeon.co/ideas/muhammad-an-anticlerical-hero-of-the-european-enlightenment

Yazar Hakkında: John Tolan Fransa’da Nantes üniversitesinde tarih profesörü olup yazının içeriğinin ayrıntılı olarak ele alındığı Faces of Muhammad: Western Perceptions of the Prophet of Islam from the Middle Ages to Today adlı kitabı Haziran 2019’da Princeton Üniversitesi Yayınları’ndan çıkacak.

--

--

No responses yet